Our
Sorunu sor hemen cevaplansın.
our teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- bizim
Örnek Cümle:
Bizim restoran en iyisidir.
-Our restaurant is the best.
Örnek Cümle:
Tazelik bizim önceliğimizdir.
-Freshness is our top priority.
- her
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank loaned her 500 dollars.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
-He asked her where she lived.
- him
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank loaned him 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent him 500 dollars.
- that
- (İnşaat) şu
Bu bir ev, şu ise camidir.
-This is a house and that is a mosque.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that is better.
- you
- sen
Artık seni sevmiyorum.
-I don't love you anymore.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
-If it hadn't been for you, he would still be alive.
- it
- ona
- somebody
- birisi
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
-There's somebody coming up the stairs.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
-Let me out, somebody. I'm locked in.
- you
- siz
Siz insanları anlamıyorum.
-I don't see your point.
Siz burada bir öğretmen misiniz yoksa bir öğrenci misiniz?
-Are you a teacher or a student here?
- somebody
- {i} biri
Birinin bağırdığını duyduk.
-We heard somebody shout.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
-There's somebody coming up the stairs.
- us
- biz
- someone
- birisi
Sanırım birisi oraya gitti.
-I think that someone went there.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
-I heard someone knock on the door.
- that
- o
- our difference
- farkımız
- our references
- (Bilgisayar) referanslarımız
- Our Lady
- Meryem Ana
- Our Lord
- Hazreti isa
- our daily bread
- Günlük ekmek
- our father
- babamız
- our friends
- bizim arkadaşlar
- our goal
- hedefimiz
- our lord
- Lordumuzun
- our price
- Bizim Fiyatımız
- our selves
- Bizim canlarından
- our time
- bizim zamanımız
- our times
- Bizim kez
- our lady
- {i} meryemana
- our lady
- (isim) meryemana
- our order
- (Bilgisayar) sipariş numaramız
- our species
- insan soyu
- our species
- insanlık
- this
- bu
- that
- bağlaç ki
- his
- onun
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
-This is John and that is his brother.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
-His name is Tomoyuki Ogura.
- them
- onlara
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
-I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
-If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- that
- conj. şu
- me
- bana
- that
- {z} (çoğ. those)
- us
- bizi
- them
- onlar
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
-Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
-Our team defeated them by 5-0 at baseball.
- your
- sizin
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I bumped into your dad yesterday.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
-Was Ms. Kato your teacher last year?
- my
- benim
- it
- o
- that
- bu kadar
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
-Can a two-year-old boy run that fast?
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
-Hand it over. That's all you've got?
- ones
- birileri
- my
- (İnşaat) benim N
- his
- eril onun
- that
- Keşke
Keşke o gitarı alabilsem.
-I wish I could buy that guitar.
Keşke Tom daha iyi bir Fransızca konuşanı olabilse.
-Tom wishes that he could be a better French speaker.
- that
- (sıfat) öteki
- that
- (bağlaç) şu, o, ki, diye, için
- her
- o
- him
- o
- him
- kendine
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
-Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
O, aynada kendine bakmadı mı?
-Hasn't he looked at himself in a mirror?
- ours
- bizim
Köşe başındaki ev bizim.
-The house on the corner is ours.
Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık.
-This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
- something
- birşey
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
-Tom never opens his mouth without complaining about something.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
- their
- onların
Onların konuşmaları devam etti.
-Their conversation went on.
Onların erkek çocuğunun adı John.
-Their son's name is John.
- her
- onun
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
-I don't know anything about her family.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet her at the coffee shop.
- US
- amerika
- me
- aman!
- this
- bu kadar
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
-She'd never been this frightened before.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
-Hearing this song after so long really brings back the old times.
- that
- {s} öteki
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
-This car has a better performance than that one.
- her
- ondan
Seni ondan daha çok seviyorum.
-I love you more than her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
-Everybody speaks well of her.
- her
- onu
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
-I'm sending her to California.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
-Love is seeing her in your dreams.
- her
- kendisi
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-She said NO to herself. She said YES aloud.
Kendisini ateşle ısıttı.
-She warmed herself by the fire.
- her
- {z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
- her
- dişil onun
- her
- dişil onu
- her
- kendine
O kendi kendine mırıldanıyor.
-She is muttering to herself.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
-Emi ordered herself a new dress.
- him
- kendi
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
-He gathered his children around him.
Kendisine Fransızca öğretti.
-He taught himself French.
- him
- onu
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
-The more you know about him, the more you like him.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
-As long as you are with him, you can't be happy.
- my
- {z} benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.): My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle!
- my
- vay!
- somebody
- bir kimse
- something
- biraz
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
-She needed some money to buy something to feed her dog.
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
-I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
- that
- diye
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
-She makes sure that her family eats a balanced diet.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
-She is on a diet for fear that she will put on weight.
- that
- {z} o, şu: Did you see that? Onu gördün mü? This is a verbena and that's a lantana. Bu mineçiçeği, o da ağaçminesi. After That cat has been up to O kedi yine marifetini göstermiş
- that
- için
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
-That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
-In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
- that
- böyle
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
-How dare you speak to me like that?
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
-I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
- them
- onları
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
-They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
-Our team defeated them by 5-0 at baseball.
- you
- sana
Sana küçük bir şey getirdim.
-I brought you a little something.
Bu kitabı sana vereceğim.
-I will give you this book.
- his
- zam onunki
- my
- vay canına!
- my
- Aman! Olur şey değil Hayret!
- my
- vay be
- my
- hayret
- my
- million years
- my
- vay be!
- my
- ünl
- something
- falan
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
-We could order a pizza or something.
Neden parka falan gitmiyoruz?
-Why don't we go to the park or something?
- something
- {i} önemli bir şey
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
-Tom wanted to tell Mary something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
-I want to tell you something important.
- that
- O that
- that
- in that mademki
- us
- amerika birleşik devletleri
- something
- bir parça şey
- her
- kendi
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-She said NO to herself. She said YES aloud.
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
- his
- eril onunki
- in our time
- zamanımızda
- in our time
- bu günlerde
- it
- ebe (oyunda)
- it
- cinsel ilişki
- it
- ebe (oyunlarda)
- it
- (Bilgisayar) bilişim
- protect our environment!
- çevremizi koruyalım!
- this
- (Bilgisayar) belirtilen">(Bilgisayar) belirtilen
- something
- olağanüstü bir şey
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
-Do you want to see something extraordinary?
- her
- (dişil) onu
- him
- (eril) onu
- his
- (eril) onun
- it
- onu
- it
- (oyunda) ebe
- me
- beni
- me
- ben
- me
- mi
- my
- aman!
- ours
- bizimki
Senin takım bizimkinden daha güçlü.
-Your team is stronger than ours.
Onların fiyatı bizimkinin altındadır.
-Their price is below ours.
- somebody
- önemli birisi
- something
- bir şey
Sana küçük bir şey getirdim.
-I've brought you a little something.
Bana yapacak bir şey ver.
-Give me something to do.
- something
- (hiç yoktan iyi) bir şey
- that
- öylesine
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
-Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Hikayeye inanacak kadar öylesine aptal değildir.
-He is not such a fool as to believe that story.
- that
- -diği(ni)
- that
- -en
- that
- ki o
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
-That was so good a book that I read it three times.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
-I regret to say that he is ill in bed.
- that
- o kadar
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
-He is such a bad person that everybody dislikes him.
John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
-John was in such a hurry that he had no time for talking.
- that
- ki
- that
- -dığı
- that
- ki ona
O, o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
-He ran so fast that I couldn't catch up with him.
Tom dedi ki ona göre Mary, kaybettiği anahtarı John'un nerede bulduğunu biliyormuş.
-Tom said that he thought Mary knew where John had found the key she'd lost.
- that
- -an
- that
- ki onu
Bu o kadar ağır bir kutu ki onu taşıyamam.
-This is so heavy a box that I can't carry it.
Bıçak o kadar kördü ki onunla eti kesemedim ve benim çakımı kullanmak zorunda kaldım.
-The knife was so dull that I couldn't cut the meat with it and I had to use my pocketknife.
- that
- adl.şu
- that
- -dığı(nı)
- that
- -diği
- someone
- biri
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
-Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
-Someone has ripped out the first three pages of this book.
- something
- {i} 1. bir şey: She wants something brighter. Daha frapan renkli bir şey istiyor. Can I get you something to drink? Size içecek bir şey
- One's
- -nin
- Save Our Ship
- Save Our Ship (SOS), Uluslararası Mors Alfabesi acil durum sinyalidir (· · · — — — · · ·). Bu acil durum sinyali ilk kez Alman hükümetince 1 Nisan 1905'de yürürlüğe konmuş, Uluslararası Radyotelegraf Konvansiyonu tarafından 3 Kasım 1906'da kabul edilmiş, 1 Temmuz 1908'de yürürlüğe konmuştur
- You
- istediğin
- affect our mood
- ruh halimizi etkiler
- for our purpose
- amaçlarımız için
- further to our letter
- Daha bizim mektup
- in our opinion
- bize göre
- in our view
- Bizim görünümünde
- it
- (ınformation technology) Bilgi teknolojisi
- it
- (Bilgisayar) (ınformation Technology - İT) Bilgi Teknolojisi
- made up our mind
- Bizim kararını
- me
- bana kalırsa
- me
- bendee
- me
- Dear me! Olur şey değil!
- on our way
- yolda
- ones
- siraye
- ours
- bizimkisi
- over our heads
- Başımızın üzerinde
- pardon our dust
- (deyim) Verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz
- put our
- koymak bizim
- smb
- konuk olmak
- smb
- etmek
- somebody
- {i} kimisi
- someones
- birileri
- something
- birşeyler
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
-I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
- sos , save our souls
- sos, ruhlarımızı kurtarmak
- that
- yaptığı
- them
- onlardan
Onlardan herhangi birini seçebilirsiniz.
-You may choose any of them.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
-He did not know how many of them needed help.
- this
- böyle
Böyle bir sözlükte buzdolabı ile ilgili en az iki cümle olmalıdır.
-In a dictionary like this one there should be at least two sentences with fridge.
Sık sık kendini çalışma odasına kapatır ve böyle şeyler yazar.
-He often shuts himself up in the study and writes things like this.
- to the best of our knowledge
- Bildiğimiz en iyi şekilde
- us
- bizimle
- us
- bizden
- waste our time
- bizim zaman israf
- what are our other heritage sites
- bize tarihten miras kalan diğer yerlerimiz nelerdir?
- you
- sizden
Sizden henüz bir cevap almadım.
-I have received no reply from you yet.
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum.
-I am looking forward to hearing from you soon.
- you
- sende
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
-The difference is this: he works harder than you.
Senden oldukça memnunum.
-I am pretty pleased with you.
- you
- sizleri
- SB
- (Askeri) yedek üs (standby base)
- accept our apologies
- özürlerimizi kabul edin
- do you have our discount card
- İndirim kartınız var mı
- forward line of our own troops
- (Askeri) Dış birliklerin ileri hattı
- here is our catalogue and price list
- katalogumuz ve fiyat listemiz
- him
- eril onu
- him
- His veya Her Imperial Majesty
- his
- onunki
Bay Petro ve eşi çocuklarımı çok seviyor; ben de onunkileri çok seviyorum.
-Mister Petro and his wife love my children a lot; I love theirs a lot, too.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
-We compared his work with hers.
- his
- {z} eril onunki; onun: I don't want his. Onunkini istemiyorum. That dog's his. O köpek onun. Take his outside. Onunkini dışarıya çıkar. s
- in our midst
- aramızda
Eh, bizim aramızda bir asimiz var gibi görünüyor.
-Seems we've got a rebel in our midst, eh?
- it
- önemli kimse
- it
- ilişki
- it
- {i} (oyunlarda) ebe
- it
- çekicilik
- it
- şahsiyet
- it
- cazibe
- may i offer you our wine list
- şarap menümüzü görmek ister misiniz
- one's
- birinin
Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır.
-The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
-It is hard to maintain one's reputation.
- one's
- nin
- ones
- olan
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
-Modern cars differ from the early ones in many ways.
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
-Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
- ours
- bizimkiler
Başkalarının hataları işaret edildiğinde bu hoşumuza gider, fakat bizimkiler işaret edildiğinde değil.
-We like it when others' mistakes are pointed out, but not when ours are.
Bu açgözlü piçlerin bizimkileri almalarına izin veremeyiz.
-We can't let these greedy bastards take what is ours.
- ours
- bir dostumuz
- ours
- a friend of ours dostlarımızdan biri
- s.b
- fen fakültesi mezunu
- sb
- antimon
- somebody
- büyük şahsiyet
- somebody
- {z} biri, birisi, bir kimse: Somebody telephoned you. Biri sana telefon etti. i., k.dili. önemli biri, hatırı sayılır biri
- somebody
- bazısı
- somebody
- şahsiyet
- somebody
- önemli kimse
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
-I am somebody and I am important.
- somebody
- kimse
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
-I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
-He thinks he is somebody, but really he is nobody.
- somebody
- hatırı sayılır kimse
- someone
- bir kimse
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
-A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
-He wasn't someone you'd suspect.
- someone
- şahsiyet
- someone
- önemli kimse
- someone
- kimse
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
-Why didn't someone help Tom?
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
-No one ever really knows what's going through someone else's head.
- something
- bir şey: She wants something brighter. Daha frapan renkli bir şey istiyor. Can I get you something to drink? Size içecek bir şey
- this
- işbu
- this is our life
- bu bizim hayatımız
- wipe our debt
- borç silmek
- would you like me to put you on our waiting list
- sizi bekleme listesine kayıt etmemi ister misiniz
- you
- seni
Seni anlamak gerçekten çok zor.
-Understanding you is really very hard.
Artık seni sevmiyorum.
-I don't love you anymore.
- you
- size
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
-I will be glad to help you.
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
-You are not allowed to violate the rules.
- you
- sizi
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
-This bus will take you to the museum.
Sizin hangi tür şarabınız var?
-What kind of wine do you have?
- your
- senin
Geçen sene Bayan Kato senin öğretmenin miydi?
-Was Ms. Kato your teacher last year?
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
-Is this your first visit to Japan?
İlgili Terimler
our teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- HER
- (Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
- HER
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
- His
- (Osmanlı Dönemi) VAKŞ
- His
- (Osmanlı Dönemi) RUH
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Arslan yatağı
- his
- Duygu
- his
- Duyu
- his
- Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..."- B. Felek
- his
- Sezgi, sezme
- his
- Duyu. Sezgi, sezme
- it
- Köpek
- it
- Terbiyesiz kimse
- me
- Göz
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Meşelik
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Deveye ârız olan susuzluk hastalığı
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Kürtçede: Temel, esas
- her
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
- him
- Eskiden, Bingazi ve Trablusgarp'tan alınan bir çeşit vergi
- him
- Bina temeli
- him
- Derinlemesine eşilen ve duvar örülen çukur
- it
- Köpek: "İt ürür, kervan yürür."- Atasözü
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri."- H. Taner
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses
- me
- Evrenin tasarlandığı gibi işlemesini sağlayan kutsal kurallar ve düzenlemeler
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses: "Kara koyun kuzular kuzulamaz / Me deme."- F. H. Dağlarca
- me
- Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek
- me
- Türk alfabesinin on altıncı harfinin adı, okunuşu
- sb
- Antimon elementinin simgesi
İlgili Terimler
our teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- used before a person's name to indicate that the person is in one's family, or is a very close friend
Örnek Cümle:
I'm going to see our Terry for tea.
- Of, from, or belonging to the nation, region, or language of the speaker
Örnek Cümle:
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
- Belonging to us; of us
Örnek Cümle:
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
- You use our to indicate that something belongs or relates both to yourself and to one or more other people. We're expecting our first baby I locked myself out of our apartment and had to break in
- A speaker or writer sometimes uses our to indicate that something belongs or relates to people in general. We are all entirely responsible for our actions, and for our reactions
- Our is the first person plural possessive determiner
- pron. belonging to us
- Of or pertaining to us; belonging to us; as, our country; our rights; our troops; our endeavors
- See - or
- pertaining or relating to us {p}
- aka
- Our Father
- Alternative name of Lord's Prayer
- Our Father
- God, especially used in Christianity
- Our Lady
- The Virgin Mary
- Our Lady of Sorrows
- Name by which the Blessed Virgin Mary is referred to in relations to sorrows in her life
- our asses
- we
Our asses is always late.
- our kid
- One's younger sibling
I'll oscillate you if you don't pack it in, said Dad, and our kid had to scarper a bit smartish to get out of the way of his big black boot.
- our father
- (Din) The prayer taught by Christ to his disciples, beginning with ‘Our Father’
- our father
- (Din) The Lord's Prayer, also known as the Our Father or Pater noster is probably the best-known prayer in Christianity. On Easter Sunday 2007 it was estimated that 2 billion Protestant, Catholic, and Eastern Orthodox Christians read, recited, or sang the short prayer in hundreds of languages in houses of worship of all shapes and sizes. Although many theological differences and various modes and manners of worship divide Christians, according to Fuller Seminary professor Clayton Schmit "there is a sense of solidarity in knowing that Christians around the globe are praying together…, and these words always unite us."
- Our Father
- Lord's prayer, paternoster, most important Christian prayer which Jesus taught his followers (the prayer begins with the words "Our Father in heaven, hallowed be your name"); God
- Our Father
- another name for the Lord's Prayer
- Our Heavenly Father
- used when addressing God in prayer
- Our Lady
-
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.